Menü
  • Öz-leme

    08.06.2020 Felsefe özkan gözel, felsele, Niyâzî-i Mısrî, Ketebe

    Ferhat olmak, varlık dağını delmektir.

    Niyâzî-i Mısrî

    1. Heidegger, Dasein’ın, şu halde özne’nin “öz”ünü Sorge olarak vaz ediyor. Sorge’yi Türkçe’ye “kaygı” olarak çevirebiliriz. Özne, kaygı’dan yapılmadır. Heidegger’e göre kaygı, özne’yi en temelde belirleyen duygulanım ya da haletiruhiye oluyor. Alman filozofun özne’yi klasik felsefeyi takip ederek animal rationale olarak, dolayısıyla bilgi, bilinç ve akıl (ratio) temelli bir varolan olarak değil de bir duygulanımdan, bir haletiruhiyeden (Befindlichkeit) hareketle tanımlaması bizim için ilginç ve öğretici gerçekten de.
    2. Yine de, biz, kendi payımıza, “kaygı”nın dahi “öz-leme”de temellendiğini ileri sürerek, öz-ne’nin “öz”ünü oluşturan şeyin tam da özleme olduğunu vaz edeceğiz. Şu halde, özneliğin tanımında ayrıcalıklı duygulanım kaygı değil, özleme olacaktır. Çünkü öz-leme yalnızca şu ayrıcalıklı duygulanımı ya da haletiruhiyeyi değil, aynı zamanda birebir olarak öz’ün fiilleşmesini yani isimden fiile çıkmasını, kısaca kendini gerçekleştirmesini ifade ediyor. Şu söylenebilir: Öz, öz-leme’de şu ayrıcalıklı haletiruhiyede, kuvveden fiile çıkıyor, bu da demek ki öz yani kendi esasen öz-leme’de kend’oluyor.
    3. Öz-leme, kend’oluş’a öz-sel’dir her halükarda. Bu demektir ki öz-ne öz-ü gereği öz-lüyor, öz-leyerek de kend’oluyor. Öz, öz-ler, tıpkı yağ-mur’un yağ-ması gibi. Nasıl ki yağ-mur yağ-arak kendini gerçekleştiriyorsa, işte öyle, öz yani kendi de öz-leyerek kendini gerçekleştiriyor. Başka bir deyişle, yağmur yağmada fiile çıkıyor, bunun gibi öz de öz-leyerek fiili çıkıyor. Özleme, özne’nin temel duygulanımı değildir yalnızca, daha da önemlisi onun fiilleşmesi/gerçekleşmesi/ortaya-çıkması’dır. Şu halde kaygı dahi özleme’de temelleniyor: Öz-lediğimiz için kaygı duyarız – tersi değil. Dahası, öz-leyerek kend’oluruz, kend’özümüzü buluruz.
    4. Özleme’nin kaynağı nedir o halde? O, öz’ün (kendi’nin) denebilirse “doğa”sından kaynaklanıyor: Öz özler doğal olarak, nasıl ki kendi kend’oluyorsa kendiliğinden. Özleme, öz’ün yani kendi’nin asıl duygulanımı olarak onun bütün varlığına yayılıyor; öyle ki o, özleme olarak, kend’oluş mâcerâmızda topyekûn varlığımızı belirliyor. Bu bakımdan; sair duygulanımlar, şu veya bu şekilde bu temel duygulanıma dayanıyor: ümit, korku, sevinç, kaygı, hüzün vs.
    5. Kend’oluş yani ki öznelik, ara-da-olma-ya-bırakılmışlık’tan yapılmadır haddizatında. Kendiliğe içkin bir ara vardır. Bu yüzdendir ki kendi kendi ile çakışma zorunluluğuna tabi değildir, kendi kendi ile örtüşmeyebilir; zira, kendilik tam da zamansal, dolayısıyla oluşsal olduğundan, bitmiş ve tamamlanmış, kapanıma uğramış bir varolan değildir. Kendilik (le Soi, die Selbstheit, the Selfhood, en-Nefs) tözsü bir ayniyet ya da bir kendine-özdeşlik değildir. Olduğumuz şey olarak kendilik, bir kend’oluş’tur, varlığımız zamana (süreye, sürece, oluşa, oluşuma) yatırılmıştır. Kend’oluş, kendine kapalı bir zâtiyet (entité) değil, ama ucu-açık bir oluş’tur; daimi bir oluşum halinde. Kend’oluş, bir “kendine-kapanım” olmak şöyle dursun, “ara-lık-bırakılmışlık”tan yapılmadır. O, “kendine-açıklık”tır; kendinden kendine, yine kendine ama yeni kendine geçişin asli imkânıdır.
    6. Kend’oluş, “ara-da-olma-ya bırakılmışlık”tan yapılmadır, evet. O, her nasılsa baştan ve bir kerede verilmiş sabit, değişmez, tözsü bir eidos’a (İng./Fr. essence; Alm. Wesen) sahip değildir, bilakis her daim öz-leme yani fiilleşme, dolayısıyla da oluş’um üzeredir. Hemen belirtmelidir ki burada “öz”ü, eidos anlamında değil de, Türkçe’nin imkânlarının elverdiği üzere, “kendi” anlamında ve “özge” (başka) ile bir çift-oluşturacak şekilde kullanıyoruz daha ziyade. Kend’öz-ümüz, öz-leme’de oluyor her ne oluyorsa. Demek ki, kendi’nin oluş üzereliği/zaman içreliği olarak kend’oluş, “oluş-halinde-olan-kendi”yi ifade ediyor. Bu oluş’u mümkün kılan ve dolayısıyla izah eden; evet, özleme’dir temelde – öz’ü duygulandıran ve bu surette de fiilleştiren özleme.
    7. Özümüz yani kendimiz zamansaldır, bu yüzden özleme’de kendimizden yine kendimize gelerek –ve tabii bu geliş esnasında özge’ye uğrayarak– kendimiz oluruz ki biz buna, tekrarlayalım, kend’oluş diyoruz. Kapanıma uğramamışlık olarak ara-lık bırakılmışlık, dolayısıyla da kendi kendimizle çakışmama imkânı, kend’özümüzü derinden belirler.
    8. “Öz” sözcüğü için Türkçe sözlük özetle şunu diyor: i) Kendi – nefs; ii) İki dağ arasındaki vadi – yol – ırmak.[1] İki dağ arasında uzanan vadi gibi, yol gibi, ırmak gibi var olur “öz” ya da “kendi” ya da “nefs” dediğimiz şu varolan. Nitekim, bir hadis-i şeriften nefs’in/kendi’nin “iki yanımız arasında” bulunan bir şey olduğunu öğreniyoruz.[2] Keza, Varlık ve Zaman’da da şöyle ilginç bir cümle ile karşılaşıyoruz: “Als Sorge ist das Dasein das ‘Zwischen.’ ” yani “Kaygı olarak Dasein ‘ara’dır.”[3]
    9. Öz-leme’nin temel kipleri ilk ve asıl olarak i) Öz’ün öz ile yani kendi’nin kendi ile ilişkisi (relation de soi à soi) ve ikinci olarak da ii) Öz’ün özge ile yani kendi’nin başka ile ilişkisidir (relation de soi à autrui). Öz’ün özge ile ilişkisi (ii), onun kendisi ile ilişkisini (i) varsayar; zira öz’ün özge ile ilişkisi esasında onun kendi ile ilişkisinin dolayımlanmış ve/veya türevsel bir tarzından başka bir şey değildir. Bu demektir ki benim başkasıyla girdiğim ilişki esasında benim kendi kendimle girdiğim bir ilişkidir, şöyle ki ben başkasına giderken esasında kendime giderim. Bu demektir ki ben başkasını tanırken, başkası dolayısıyla kendimi tanımış olurum. O halde, olağan koşullarda, ben’in başkasıyla ilişkisinin esasında ben’in kendi ile ilişkisinin bir kipi anlamına geldiğini söyleyeceğiz. Olağan koşullarda, ben’in kendi ile ilişkisi asıl ve başkasıyla ilişkisi fer’dir, ikincisi birincisine râcidir çünkü, meğer ki aşk gibi bir “olay” söz konusu olsun. Kendisinde özleme’nin arzu’ya (désir) inkılap ettiği vakadır aşk olayı. “Olay” dedik; “olay” burada “olağanüstü vaka”ya işaret ediyor.
    10. Öz’e içkin bir ara-lık vardır ki öz-leme’de ve öz-leme olarak kendini gösterir. Nitekim biz o ara-lık sayesinde/yüzünden öz-leriz öz-ler isek. Öz-leme, öz ile öz, keza öz ile özge arasında ayrılık suretinde ara-lığı varsayar ve bundan ötürü de kavuşma ve yakınlığı talep eder. Ara-lık kapanmaya yakınsar asimptotik bir biçimde, ama bunu başaramaz. Öz’ün özlemle yakın-ması, yakın-madaki yakın-laşma arzusu, işbu öze içkin ara-lık’tan dolayıdır daima. Keza öz’ün yakınması, ayrılığın ortadan kalkması, dolayısıyla kavuşma talebidir. Bu talep, bu-ara-da olmayana arzudur, onunla birleşme, henüz ve/veya burada olmayana ergi özlemidir. Bu özlemde oluş “durum-aşırı” bir olasılık olarak kendini gösterir.
    11. Öz-leme, bir ara-yış’tır. Öz, kendini ve aynı zamanda özge’yi arar. Öz, öz-ge’de kendini arar. Bir açıdan bakıldığında bu arayış, bulma özleminden çok bul-un-ma özlemine yöneliktir. Veyahut bu ara-yış, özgeyi bulduğunda onda özünü (yeni’den) bulma özlemi olmalıdır. Böyle olarak özleme, öz’den yine öz’e ama yeni öz’e bir harekettir, öylesine ki işbu özlemede kendini ikrar ve inkâr bir arada, öz’de dönüşüm de bu arada gerçekleşir. Başka nasıl olsun.
    12. Öz’den öz’e bu ara-yış yolculuğunda, öz özge’ye uğrar. Dolayısıyla, özge öz’ün kendiyle ilişkisini dolayımlar. Böylece, öz’ün kendi ile ilişkisinde özge asli bir uğrak olarak öz-leme’ye katılır: Öz’ün öz’e doğru mâcerâsında bu gerekli bir dolayımdır, zira kend’oluş yolculuğunda asli bir uğraktır özge. Peki ama, hakikatte, öz için özge bir “dolayım”dan veya bir “uğrak”tan “fazla” bir şey ifade ediyor olamaz mı? Özge “öz-için yapılanmış” bir varolan olmanın ötesinde bir şey, öte bir şey ifade ediyor olamaz mı? Öz (kendi) için özge (başka) “kendinde bir erek” olamaz mı mesela? Bu, ahlak bir yana, örneğin, “aşk olayı”nda ya da “olay olarak aşk”ta mümkündür. Bu “olay”da kendi kendinden kendine gelirken (ya da giderken) uğradığı başka’da kendini kaybeder, edebilir. Aşka uğradığında kendi, kendinden geçer, geçebilir. Ahlak bir yana, aşk örneğinde, özge öz’e “gerek” olmanın ötesine geçip öz için pekâlâ “kendinde bir erek” haline dönüşür, dönüşebilir.
    13. Aşk olayında –olay olarak aşkta– özge artık basit bir uğrak, bir dolayım değil, ama kendinde bir erek oluyor. Dolayısıyla, öz-özge ilişkisi burada –Levinas’ın başka bir bağlamda diyeceği gibi– ihtiyaç-tatmin düzeyinin ötesine geçiyor ve “arzu” (désir) halini alıyor, böylece özlem/e arzu kipine bürünüyor: Arzulayan (öz/kendi) arzuladığında (özge/başka) asla öz-ümseyip-kendinin-kılamayacağı “fazla”yı arıyor ve o fazla”ya varmak üzere kendini, burnu yokluğa değercesine, eksilttikçe eksiltiyor. Ara-yış olarak aşk! Öz’ün kendini özge’ye ara-lamasıdır ki aşkı başlatabiliyor. Kendi’nin kesafetinin dağılmasıdır bu. Kendi’nde hiçleşme kertesinde bir latifleşme imkânıdır bu hakeza. Öz’ün kendini özge’ye ara-layışı olağandışılığında aşk dediğimiz “olay”ı mümkün kılıyor. O halde, sair olaylar gibi aşk olayı da öz’ümüze içkin şu “ara-da-olma-ya-bırakılmışlık”tan kaynaklanıyor. Nihayet, aşk ve arzu (sair duygulanımlar/haletiruhiyeler gibi) kaygı’dan (Sorge) ziyade öz-leme’de temelleniyor.
    14. Olasılığın, yeniliğin ve sürprizlerin zamansallığı olan sarmal zamansallık aşkın da zamansallığıdır ki onda özge’ye kavuşmaya müteveccih senkroni ile işbu özge’den ayrı kalıştan mütevellit diyakroni bir arada, aşık da bu aradadır. Aşkta artık dünyadan değilizdir. Aşk kend’oluş’un umut ve korku arasında uç bir ola-sılığıdır ki onda ölüm-ve-olum sarmal bir biçimde iç içe geçer. Aşk hem olumsaldır hem de ölümsel; aşk ne olumsaldır ne de ölümsel. Hem o hem bu; ne o ne bu. Aşkın trans-diyalektiği! O, kendini anlağın hazır kalıplarına sunan bir “deneyim” (expérience) değil, daha ziyade aklın ya da bilme’nin her kavrayışından, her kapsayışından, her kuşatışından kaçan tekinsiz bir “mâ-cerâ”dır, keza bil-mece değil de muamma’dır.
    15. Aşk dünyadan değildir; zira aşk bizi dünyaya (burada-bulunuş’a) raptolmuş, mıhlanmış, zımbalanmış kalmaktan, onun sıkış tepiş ve yapış yapış doluluğundan çeker kurtarır; tutar, kaldırır ve seyrelterek bizi nihayet Varlığın fevkine, esîr’in hür alanına bırakır. Aşk dünyadan bir irtifadır, Sonsuz’a açılım olasılığı belirmiştir bu arada. Aşk’ta Varlığı olağan-lık değil de olası-lık kipinde duyarız tam da. Öz yani kendi; aşkta –aşkî özlemede– öte’ye geçmeye yeltenir. Varlık dağını delmeye yeltenir gözü kara. Yeltenir, çünkü Varlık dar gelmede ona. Yeltenir ölümün ötesine geçmeye. Geçmek, burnu yokluğun burnuna değme pahasına. Geçmek bilme’nin ötesine bile hatta. Aşkın trans-ontolojisi! Aşkın trans-epistemolojisi! Aşkın…

    Bir özlem sarmış bağrı ölümden yüce[4]

    * Ne – Varlık ve Hiçlik (2020, Ketebe)

     

    [1] Ayrıntı için bkz. Gülensoy, T., Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, TDK, Ankara, 2007, “öz” maddesi, s. 679-680.

    [2] “Senin en büyük düşmanın iki yanın arasındaki (nefsin)dir.” Beyhakî, Kitâbü’z-zühd, s. 156-157, nr. 343; Deylemî, III, 408, nr. 5248; Aclûnî, I, 160, nr. 412. 

    [3] Heidegger, M., Sein und Zeit, Max Niemayer Verlag, Tübingen, 1986, , s. 374. 

    [4] Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bir mısraı